Emine Bulut Cinayeti ve Feminizm Üzerine

Ne korkunç ki, Türkiye için rutinleşen bir durum olmak üzere, bir kadın daha kadın cinayetlerine kurban gitti. Emine Bulut, 10 yaşındaki kızının "Anne lütfen ölme!" feryatları arasında söyledi son sözlerini: "Ölmek istemiyorum."

Bugün herkes onu konuşuyor. Etraftaki insanların ona yardım etmek yerine çektiği video her yerde. Twitter'da en çok konuşulan kişi, Emine Bulut. İyi ama bütün bunlar ne işe yarar? Kanunlar sıkılaştırılmadıktan, aile normları ataerkil toplumun bir simülasyonu olarak sistemi ödüllendirdikten ve normalleştirdikten sonra, insanlar parmaklarını klavyede şöyle bir gezdirip Emine Bulut'un adını yazsa ne yazar? 

Kamuoyu tepkili. Bu güzel bir şey elbette. Ama kaç kişi gerçekten bir şeyler yapmaya hazır? Ben evimde oturmuş bu yazıyı yazıyorum. Buraya "bir şey yapmalı" yazmakla olmadığının gayet farkındayım. Bu yüzden ben de okulumda arkadaşlarımla bir farkındalık projesi yürütüyorum. Detayları ilerleyen zamanlarda burada da duyururum. Emine Bulut'un 10 yaşındaki kızına hayatını geri veremeyiz belki ama başkalarınınkinin bozulmasını her zaman önleyebiliriz. 
Bence bu durum, bu düzen nasıl değişir, asıl bu yüzden yazıyorum bu yazıyı. Toplumun algısal düzeni, etik algısı ve yargısı nasıl değişir? Kafa patlatalım. Ben siyasetçi değilim. Feminist bir oluşumun, kuruluşun içinde de bulunmuyorum. Bu yüzden yapabileceğim tek bir şey var, olayı felsefi boyutunda ele almak. 

Konunun dışına çıkmak istememekle beraber, isterseniz feminizmin toplumdaki yerinden önce feminizm kavramı üzerinde duralım.

Bir Direniş Biçimi Olarak Feminizm

Feminizm, XVIII. yüzyılda kadınlarla erkeklerin eşit olacağı bir dünya düzeni hayali üzerine oluşmuş, çeşitli ideolojilerin ellerinden geçerek dallanmış ve günümüzde anti-feminist, maskülist olarak adlandırılan bir grup tarafından da reddedilmekte olan teoridir. Evrensel nitelikli bir düşünce olduğundan her (tür) toplumda kendine yer bulabilmiştir. 

feminizm ile ilgili görsel sonucuToplum, feminizmi çoğu zaman yanlış anlayıp kadın egemen toplum hayali veyahut erkek düşmanlığı sayıp linçe tabi tuttu. Feminizme olan düşmanlığın ana kaynağı bence bu. Hatırlıyorum, bir kez matematik hocama feminist olup olmadığını sormuşlardı. O da "Evet, kendimi feminist olarak tanımlayabilirim." demişti. Bir süre geçti. Hoca bir grup erkeğe çıkıştı. İçlerinden biri kendini savunurken diğeri lafını kesip "Daha ne savunuyorsun ki? Hoca feminist olduğunu söyledi işte!" dedi. Hoca bu laftan sonra donup kaldı. İşte bundan bahsediyorum. Toplumda böyle bir algı yaratıldığı noktada kadına şiddetin de toplumsal faktörlere bağlı olarak varlığını sürdüreceği bir gerçek. Bunun önüne geçmek ise kültürel bilinçlendirme ile olur bence. 

Ataerkil Şiddetle Mücadele İçin Çözümler

Anti-feministlerin savunmalarını kabaca şu şekilde özetleyebilirim:
  • Feminizm anaerkil düzenin savunucusudur. (Feminizm, cinsiyet eşitliğine dayalıdır.)
  • Biyolojik determinizme göre kadınların yapısal olarak erkekle bir olamaz, bu toplumsal hayata da yansımak durumundadır. (Biyolojik faktörler kadınların toplumdaki yeriyle bağdaştırılamaz. Mesele kaba kuvvetin, şiddetin medeniyetin üstünde bir konumda tutulmasındadır.)
  • Erkeğe şiddeti meşrulaştırır. (Şiddetin her türüne karşıyız. Fakat kadına şiddet, erkeğe şiddetin aksine politik bir meseledir. Hümanist çerçevede feminizm erkeğe şiddeti ne meşrulaştırır ne de ödüllendirir.)
Bu algıların yıkılması muhakkak şart. Feminist oluşumların çoğalması ya da daha fazla insanın bu tür örgütlere katılması önemli. Böylelikle belki biz kadına şiddetin bittiğini göremeyeceğiz. Çocuklarımız da göremeyecek. Onların çocukları da... Ama belki onların çocukları... Belki onlar artık "Anne ne olur ölme!" demek zorunda kalmayacaklar. Ne dersiniz? Mücadele etmeye değer mi?

Sevgiler,

Yalandan Felsefe

Yorumlar

Popüler Yayınlar